30 Mart 2011 Çarşamba

Cold Souls


Cold Souls (2009)

Yönetmen:Sophie Barthes
Senaryo:Sophie Barthes
Oyuncular:Paul Giamatti,Emily Watson,Dina Korzun
Tür:Absürd Komedi/Drama



Günümüze yakın bir gelecekte,ruh naklinin gerçekleştiğini varsayan bir gerçeklikte meydana gelen olaylar dizisini anlatan;Sideways'ten ve The Illusionist'ten tanıdığımız Paul Giamatti'nin mükemmel performansı ve senaryonun getirdiği karamizahla izleyiciye güzel vakitler yaşatan farklı bir film,Cold Souls.P.Giamatti'nin canlandırdığı karakter Giamatti-Paul adlı bir tiyatrocu.Yeni aldığı şair rolüne bir türlü uyum sağlayamayan ve oyunun sahne alma dönemi yaklaştıkça çare aramaya başlayan,başarısızlığın eşiğindeki bir tiyatrocu.Rastladığı bir broşürle ruh nakli yapan bir şirkete gidip,çareyi şairin ruhunu edinmekte bulur ve kendisini,ruh kaçakçılarıyla,ruh taşıyıcılarının da içinde olduğu aksiyon filmlerine benzer koşuşturmanın içine dalar.

Cold Souls Being John Malkovich filminin beyaz perdeye taşıdığı,Descartes'in de değindiği Dualizm felsefesine karşı bir duruş sergiliyor.Beden ve ruhun birlikteliğinde,insanın bilinçsel varlığının ruhta saklandığını düşünmenin aksine,varoluşu ikiye ayırıp bilinci bedene hapsediyor Cold Souls.Ruh nakliyle farklı karakterlere bürünüp aynı yaşam bilinci ve anılarla yaşama devam etmenin sağlandığı bir gelecek ortaya koyuyor.Filmi seyrederken,cevabı üzerinde fikir yorulmaya devam eden varoluş soruları geliyor aklınıza.Bir gemiyi parçalamaya başlayıp,o parçaları başka bir yerde birleştirip bir gemi inşa ederken.Söktüğünüz gemi ne zaman "gemi" olmayı bırakır,ve ne zaman parçalarını birleştirdiğiniz yerde oluşan varlığa gemi demeye başlarsınız?Giamatti'nin değişen ruhu,onu Giamatti olmaktan çıkarıyor mu?Ölüme ve sonrasındaki hayata karşı ümitlerin merkezinde varolan ruh,bizi hangi bilinçle var edecek sorularını türetiyor bu film.Belki de çok da yeni bir düşünce atmıyor ortaya,felsefenin tartışmaya açtığı konular bütününe farklı bir bakış açısı getiriyor sadece.

Film tam bir absürd komedi.Ruhun ağırlığını ölçen,yaşamın ana kaynağı;can olarak gören bazı sapıtmış bilim adamlarına da gönderme yapılıyor.Makineye girip,başkasının ruhuyla,kendi ruhunuz değiştirildikten sonra bir kavanozun içinde,bezelye olarak karşınıza çıkıyor ruhunuz.Filmin senaryosunda saklı nice buna benzer ince detay ile gülümseyebiliyor ve Giamatti'nin oyunculuğunu seyrederken keyifli dakikalar geçiriyorsunuz.Organ kaçakçılığının farklı bir versiyonuna şahit olup,insanı meta olarak gören kapitalist sistemin pençelerinin,ruh'a dahi dadandığına şahit oluyorsunuz.

Cold Souls'un puan itibariyle,IMDB'den güzel bir not almamasına karşın;izlendikçe ve oylandıkça hakettiği puana ulaşacağına eminim.Şu anda az kişinin izlediği ve oyladığı bu film,sadece senaryosunun barındırdığı fikirlerin orjinalliğiyle değil,oyunculuk ve yönetmenlik açısından da güzel şeyler sunup izlenmeye değer bir yapım.

24 Mart 2011 Perşembe

Network


Network(1976)
Yönetmen:Sidney Lumet
Senaryo:Paddy Chayefsky
Oyuncular:Faye Dunaway,William Holden,Peter Finch
Tür:Drama

Peter Finch'in canlandırdığı Howard Beale karakteri;önceleri reytingleri yüksek olan ve yıllar geçtikçe düşen ana haber programının sunucusudur.Medyanın şirketleşmeye başladığı,kar getirmeyen programların yayında kaldırıldığı bir dönemin başlangıcı olan 70'lerde,Beale'nin işine son verilme kararı alınır.Haber bölümünün başkanı ve uzun yıllardır arkadaşı olan Max Schumacher,kararı içki sohbetinde erkenden Beale'ye söyler.Beale ardından çıktığı ilk programda,ertesi programda kafasına bir kuşun sıkacağını söyler ve olaylar gelişmeye başlar.

Network,70'lerden 90'ların sonuna kadar insanların gerçekliğini domine eden,TV kutusunun arkasında dönen dolapları,rayting adına yapılan topluma zararlı programların arka yüzünü,ticari mantığın değerleri nasıl zedelediğini ortaya koyan sosyolojik bir drama filmi.Beale karakteri,sonraki programlarda insanlara medya gerçeğini,TV'nin sunduğu illüzyonu,gerçekliğin kutunun içinde değil izleyicilerin oturduğu yerde olduğunu anlatmaya başlar.Deli gözüyle bakılan Beale,coşkulu hitabı ve izleyicileri kayıtsızlıktan tepkiye iten konuşmalarıyla yüksek reytinglere ulaşmaya başlar.Kanal patronları ve ana karakterlerden biri olan Diana'nın inovatif program önerileriyle haber programı,bir sirke,bir şova dönüşmeye başlar.Türk kanallarının 90'ların sonuna kadar magazinleştirdiği ve raydan çıkardığı programların da altında yatan gerçekleri gözlemlemeye başladığınız Network;bir gençliğin nasıl tahrip edildiğini,sistemin toplumu nasıl kontrol ettiğini gözler önüne seriyor.

70'lerden önce TV'de kar beklenmeyen haber programları bir itibar meselesiyen ulusal kanallarda,ticari bakış açısından dolayı insanları daha çok izlyecekleri magazinsel bir tarz büründüler.Gündemi meşgul eden haberlerin kamudan saklanması,iktidarı elde tutanların işine gelmesi;devletlerin yerini alan büyük şirketlerin tüketim toplumunu yaratırken kullandığı bir araç olması medyanın evriminin nedenleri arasında gösteriliyor bu filmde.İnsanlara ne giyeceklerini söyleyen,nasıl ilişki yaşaacaklarını söyleyen,neyin kaliteli,neyin doğru,neyin ahlaklı olduğunu söyleyen medya içinde Network filminin ana karakteri Beale bir virüs olarak çarpıyor göze.Yan konularda işlenen TV'yle yetişen kariyer kadını ile orta yaş krizindeki eski nesilden evli bir adamın kurduğu ilişki;toplumsal ilişkilerdeki dejenerasyonu,filmlerin ve dizilerin etkisinde kurulan gerçekliğin yaşantıyı kalıplara büründürüp nasıl yaraladığını anlatıyor.

Erasmus'un Deliliğe Övgü'sündeki gibi bir anlatıcının ruhuna bürünen Beale,toplumu tepki oluşturma yönünde azimlendirip,TV'nün gücünü sokağa yayıp,sınırları kaldıran sermayeye savaş açtığında;gerçeğin ta kendisiyle karşılaşıp yön değiştiriyor.Filmin climax'ında sistemin abzorbe ettiği ve TV'nin ele geçirdiği Beale ile karşı karşıya kalıyorsunuz.Bu sefer,insanın sisteme karşı dayanıksızlığını,varoluşun sistem açısından sadece bir dişliden farksız olduğunu yüzünüze vurmayan Beale kapitalist dünya yapısını insanların gözleri önüne seriyor.Bu film senaryo olarak sizi meraklandırmadan öte,konuların anlatımı yönünden oldukça başarılı.Karakterler sistem içinden bölümlerin,toplum içindeki sınıfların bedene bürünmüş halleri.Network;aralarındaki ilişkinin kirli çamaşırlarını gözler önüne seren,kesinlikle izlenmesi gereken bir film.

19 Mart 2011 Cumartesi

Dog Day Afternoon


Dog Day Afternoon:Al Pacino ve John Cazale'in başrollerinde olduğu Sidney Lumet'in yönettiği crime/drama filmi.Hatta gülümsettiği sahnelerle absürd komedi filmi de denilebilir.Al Pacino'nun genç ve dinamik oyunculuğunun zirvede olduğu Dog Day Afternoon,John Cazale'nin az sayıdaki filmlerindn biri ayrıca.Belki de filmlerinin güzelliği açısından tarihin en şanslı aktörü Cazale'dir kimbilir.

Al Pacino'nun canlandırdığı Sonny Wortzik,John Cazale'nin canlandırdığı Sal ve hemen başlarda korkup da kaçan Steve'in düzenledikleri banka soygununu konu alan bir film,Dog Day Afternoon.Gerçek bir olayın yansıması olan bu film;soyguncuların ve rehinelerin davranışlarını alışageldiğimiz karizmatik suçlular ve görev aşkıyla yanıp tutuşan banka memurları yerine,gerçekçi bir tarzda,adrenalinin soygunculara ve rehinelere nasıl etki gösterdiğini ortaya koyarak devam ediyor.Sanki Murphy yasaları işliyormuşcasına,işler kötü gitmeye başlayınca acemi soyguncuların çaresizliği ve rehinelerin yavaş yavaş Stockholm sendromu yaşıyormuşcasına davranışları,filmi suç-aksiyon filminden komedi filmine çevirmeye başlıyor.

1975 yapımı olan filmde kapitalist sistemin entegrasyon sürecinin doruğunda olduğu yıllarda ABD'den insan manzaralarını ve insanların düştükleri durumun çaresizliğini aralara serpiştirilmiş karelerde izleme fırsatı bulacaksınız.Vietnam Savaşı'nda devletin piyonları olarak kullanılmış vatan sevgisiyle yanıp tutuşan askerlerin,geri döndüklerinde karşılaştıkları işsizlik sorunu cepheden daha da yıpratıcı olarak beliriyor hayatlarında.Filmin akışını etkilemeyecek bir spoilerla filmin ana konu'yu nasıl da yan konularla ilişkilendirip,diyaloglarını zenginleştirdiğini anlayabilirsiniz.

-Bir kaç soru cevaplayabilir misin?Bunu neden yapıyorsun?
-Alo?Az önce orada kendimi gördüm.Neden mi yapıyorum?Neyi yapıyorum?
- Banka soygununu.
-Ne demek istediğinizi anlamadım.Bankayı soyuyorum, çünkü burada para var.
-Yani, parayı çalmak istemenin|nedeni ne?İş bulamıyor musun?
-Hayır. Nasıl bulacağım?İşe arıyorsan,sendikaya üye olman lazım.Üye değilsen,iş bulamazsın.
-}Ya sendika-dışı işler?Onun neyi var?
-"Sendika-dışı"yla neyi kast ediyorsun?Ne mesela, banka şefliği mi?Banka şefleri ne kadar para kazanıyor biliyor musun? Çok az.Başlangıçta 115 dolar, değil mi?Bu kadar parayla geçinebilir misin?Karım ve iki çocuğum var. Bu parayla nasıl geçinebilirim? Haftada ne kadar kazanıyorsun?
- Seninle konuşmak için buradayım, Sonny.
- Evet, ben de seninle konuşuyorum zaten.Biz eğlenceyiz, değil mi?Bizim için ne getirdiniz?


Film birçok sosyolojik sorunu inceleyen dialoglarla devam ediyor.Polisin ve FBI'ın suçla savaşı;insanları ve adaleti korumak yerine kendilerinin bir savaşı olarak görüp yaptığı orantısız müdahaleler.,Eşcinselliğin toplum tarafından yeni yeni varlığının algılanışı,ve doğurduğı tepkiler.Gezinebilen kameraların ve konuşan kutunun insanların içinde doğurduğu ünlü olma arzusu,ve daha niceleri.Yönetmen'in olayları yansıtış şekli,karakterlerin müthiş oyunculuğuyla birleşince keyifli bir iki saat geçiriyorsunuz.Kariyerinin en güzel filmlerini yaptığı yıllarda Al Pacino da;bir kere daha bahsedilmesi gereken,ve filmin izlenilme nedenini bir kat daha arttıran nedenlerden biri.

10 Mart 2011 Perşembe

You Don't Know Jack


You Don't Know Jack:Barry Levinson'un yönettiğiAl Pacino'nun başrolde oynadığı biyografik drama filmi.Emekli bir doktorun,insanların ötenazi hakkına kavuşması adına ABD'de verdiği mücadeleleri anlatan başarılı bir film.2010 yapımı olan bu film sadece Al Pacino'nun yaşlanmasına rağmen hiçbir şey kaybetmediği oyunculuğu için bile seyredilebilir.Filmde The Big Lebowski'den tanıdığımız John Goodman gibi yan rollerin de hakını veren oyuncular oynamakta.

Hikaye tamamen gerçeklere dayalı ve kurgusu gerçekten de güzel hazırlanmış.Bu film TV filmi olarak HBO için çekildi.Birçok kaliteli dizinin yapımcısı olan HBO kanalı bu filmde de kalitesine yaraşanı yapmış ve izleyicilere güzel bir iki saat yaşatıyor.Filmin ana karakteri Jack Kevorkian Ermeni aslıllı bir doktor,annesini acılar içinde kaybederken tecrübesizliği ve çaresizliği eşliğinde kötü bir dönem geçirmiş."Tartışmalı" Ermeni soykırımına dair masallarla büyüyen Jack,insanların çektikleri acılarla ilgili bir saplantıya sahip.Ölümcül hastalıklarla mücadele edeniçektiği aclardan kurtulmak için intihar etmeyi düşünen,fakat bunu beceremeyen insanların doktor yardımıyla intihar edebilmelerinin,hakları olduğuna inanan Jack,film boyu bir savaş veriyor.
Ürettiği makinenin bir düğmesine bağlı ipi,hastaların ellerine tutuşturan Jack,kendi arzularıyla acısız bir şekilde ölmelerine yardımcı oluyor.Toplumun çeşitli çevrelerinden tepkiler alan Jack'in yanında kızkardeşi,eski hastanesinden bir hizmetli,bir avukat ve bir dernek yöneticisi dışında kimse yok.Neredeyse tek başına mücadelesini sürdüren Jack'in karakteri daha önceden izlediğimiz Al Pacino rollerine benzer bir karakter.Daha önce hiç evlenmemiş Jack başına buyruk davranışları,kıvrak zekası ve mücadeleci tavrıyla farklı bir kişilik.
Film hakkında söylenebilecekler Wag The Dog'tan tanıdığımız Barry Levinson'ın üstüne düşen görevi başarıyla gerçekleştiğini belirttikten sonra bitiyor.Bu aşamadan sonra film ahlak felsefesini,adaleti,doğruyu,yanlışı,medeni insanı yargılayan bir hayatın izlerine dönüşüyor.Bir tartışmayı Jack'in gözünden izledikten sonra,cinayetin de haklı bir sebebi olabileceğini düşünmeye başlıyorsunuz.
Yasalar,insanların haklarını ne derecede kıstılayabilir?Ölmek bir hak mıdır?Doktor'un hastaya karşı görevi sadece yaşatmak mıdır?Bir insan bilinci kapalıyken makineden fişi çekilebilir;fakat neden bilinci açıkken fişini çektiremez?İnsanları asan,idam eden bir adalet ve devlet sistemi insanın kendi kendini öldürmesini nasıl engelleyebilir?Toplum,bir insanın çektiği acıyı yaşatanın kendi Tanrı'sı olduğunu düşünüp,Tanrı'sının işine karışılmasını engelleme adına nasıl o insan'ın işine karışabilir?
The Life of David Gale filmini izleyenler bilirler ki David Gale de idam karşıtı bir aktivistti.Toplumun değer yargıları ve otoritenin ceza sistemi ile hukukla mücadele ederek hayatını sona erdirdi.Hukukun üstünlüğü ve adalet kavramını sorgulayan bir yanda yaşama,bir yanda da yaşamı sona erdirme hakkı nedense insandan alınıp devletin eline verildi.
Ölümle mücadele kültürel anlamda bizim ülkemizde var olan ve dinsel öğelerin yüklediği intiharın insanı cehenneme sürükleyeceği dogması sebebiyle pek de böyle konular hakkında tartışmalar duymuyoruz.Belki de ülkemizde medeniyet adına başka tartışılacak daha önemli konular da mevcut olduğundan olabilir.
Dinin birçok bilimsel uygulamalara karşı olarak geliştirdiği dogmatik kuramlar tarihin birçok sahnesinde insanlığın karşısına çıktı.Bilimadamlarını tanrıyı oynamakla suçladılar.İyi ve kötü kavramı tarihsel süreçte ahlak felsefesinde sorgulandı da sorgulandı.Artık birçok düşüncede çığır aşmış olan teknoloji çağının büyük insanlığı(?) halen daha bu tür konularda uzlaşamadı.Medeniyetler halen daha insan hak ve özgürlüğünü hukuksal süreçlerin ve kanunların altında azmeyi haklı buluyorlar.
Bu filmde,öztenazi hakkında fikir edinecek ve adalet kavramını olaylar eşliğinde gözlemleyecek,yaşadığımız dünyaya toplumun belirli kesimlerinin açısından tekrar tekrar bakacaksınız.

7 Mart 2011 Pazartesi

Le fabuleux destin d'Amélie Poulain


Amelie:Jean-Pierre Jeunet'in yönettiği,Audrey Tautou'nın baş rolünde oynadığı fantastik bir romantik komedi filmi.2001 yapımı olan bu filmde dönem teknolojisinin tüm imkanlarından yararlanılmış,Amelie'nin ve çevresindekilerinin hayal dünyalarını yansıtırken başarılı animasyonlar kullanılmış.
Amelie hayatın detaylarına inen,çevresindekilerin hayatlarına minik kelebek etkileriyle mutluluk aşımaya çalışan hayalci bir genç.Paris'in Montmarte mahallesinde eski tip bir apartmanda yaşayan Amelie'nin komşuları da en az Amelie kadar farklı ve ilgi çekici özelliklere sahip.
Filmin her sahnesinde hayatın detaylarına göndermeler yapılıyor,mutluluğa ulaşma yolunda farkındalığın ve arzuların ineminin altı çiziliyor.En alt komşusu bir dul Ameli'nin,çok sevdiği sevgilisinin iş yerinden biriyle kaçmasını aşamamış,hayatın sunduklarının çıkmazında tıkılıp kalmış bir kadın.Bir diğer komşusu ise yaşlı bir ressam.Kemiklerinin aşırı kırılganlığından dolayı hayatını izole etmiş,dekorasyonunu yumuşak maddelere odaklı dizayn etmiş,hayatı penceresinden izleyen bir ressam.Tabloları her ne kadar kendi yapıyor olsa da,çizimlerinin ruhları hakkında merağa düşmüş;ve onları anlamaya çalışan biri.Hayatın ortasından çekinip alınmış imgelerle doldurulmuş nice karakter mevcut bu filmde.Huysuz bir manav,manavın çırağı saf bir genç,Amelie'nin çalıştığı kafede yalnızlıklarıyla boğuşan umutsuz kadınlar ve içlerinden birinin eski sevgilisi olan saplantılı genç bir adam...
Bu filmin,sahneleri,mekanları,müzikleri,kostümleri,senaryosu,karakterlerin dizaynı ve etkileşimi;yani filmi bir araya geetiren parçaların neredeyse hepsi mükemmel olmuş.Amelie'nin senaryosunu hazırlayanlar,kurgulama konusunda kendilerini aşmış ve Paris'in o bölgesinde yararlanılabilecek tüm unsurlardan yararlanmışlar.
Film evinde bulduğu gizli bir bölmedeki eski fotoğraflara hazine olarak bakam Amelie'nin sahibine ulaştırma adına giriştiği bir serüvenin olaylar dizisyle,sizi içine çekmeye başlıyor.Çevresine yapmaya çalıştığı iyilikleri sahiplenmekten uzak durmaya çalışan Amelie'nin,nedenlerini film boyu çözümleyip,karakterlere dair ipuçlarından oluşmuş bir puzzle'ı çözümleyerek seyrinize devam ediyorsunuz.
Film;aldığı ödüller ve övgülerin yanı sıra birtakım eleştiriler de almış.Sahnelerde pek az gözüken zenci insanlar o bölgede yaykın olarak görülebilmekteymiş aslında.Filmin çekildiği bölgede,Amelie'nin çalıştığı işle kirasını ödeyebilmesi imkansızmış aslında.Filmde yaratılmaya çalışılan Post-Modern Paris mahalle yaşantısı abartıya kaçmışmış aslında.Gerçekten de film boyu,içinizde burası neresi,buralarda gidip bir yaşamak lazım soruları ve dürtüleri belirmiyor değil.Filmin fantastik bir film olduğunu ve kurgunun o mekanda gerçekleştirilmesinin nedeninin sadece filmden dolayı olduğunu aklınız bir köşesine not edin.

1 Mart 2011 Salı

All the President's Men


All the President's Men:Alan J. Pakula'nın yönettiği,Dustin Hoffman ve Robert Redford'un baş rollerinde oynadığı ABD'deki Watergate skandalını konu alan bir drama/gerilim/tarih filmi.Carl Bernstein ve Bob Woodward adlı gazetecilerin kitaplarını kaynak olarak kullanılmış senaryoda,gazetecilerin olayı açığa çıkarırken başılarından geçenleri,karşılaştıkları zorlukları konu alıyor.

Nixon'ın yeniden seçilmesi için kampanyanın yürütüldüğü sıralarda,rakip partinin binasına dinleme aygıtları yerleştirilirken polise yakalanan beş eski ajanın Nixon'ın seçim kampanyasını yürüten kurlla ilişkileri olduğunu bulan Bob Woodward,Washington Post'ta bu ilişkiyi haber yapmaya girişir.Woodward işine başlayalı altı ay olmuştur ve tecrbesizliğinden dolayı on altı yaşından beri gazetecilikle uğraşan Carl Benstein'i verirler.
Hikaye devam ettikçe çaldıkları kapılar yüzlerine kapanır,kaynak oluşturmakta sıkıntı çekerler.Bu filmde gazeteciliğin zorlukları ve yetmişlerde bilgiye ulaşmanın sıkıntılarını ortaya koyuluyor.Seçim bürosuna aktarılan milyonlarca dolarlık ödenek,karşı tarafın oylarını düşürme adına illegal yollarla elde edilmiş yüz kızartıcı bilgiler,kullanmaktan çekinmeyen siyasetçiler,siyasetin ve seçim yarışının kirli yönlerini vurguluyor.
Watergate olayını o dönemde inceleyen gazeteci sayısı bir elin parmaklarını geçmiyor.Tüm medya olayın ucunun gittiği yerlerin farkında ve sessiz kalma konusunda ısrarcı.Devletin temel taşlarını yerinden oynatacak ve bulaşacakları yakacak nitelikte.Woodward ve Bernstein ise ortaya attıkları hikayeyi sonlandıramazlarsa,hem gazetecilik hayatlarının biteceklerinden endişeli,hem de gerçeğin ortaya çıkmasını çok arzuluyorlar.Washington Post gazetesi yöneticileri ise haberi yürütmeleri için iki kurban seçmiş ve hedef olmaktan sakınır bir şekilde,politik davranıp haberi ince eleyip sık dokuyup öyle yayımlamaktalar.
Film olaylardan dört sene sonra sıcağı sıcağına yayımlanmış ve gerçeklere dayanmakta.Dustin Hoffman'ın gençliğinde yapmış olduğu bu filmde müthiş oyunculuğu takdiri hak ediyor.Fakat,Robert Redford'un da altta kalır yanı yok.Özellikle filmde seçim döneminde tv'de yayımlanan gerçek görüntülerle süslenmiş sahnelerde bir ara gazetecileri ofislerinde gizli bir kameradan izlermiş gibi hissediyorsunuz.Filmde aksiyon pek şiddetli değil ve olayları sadece gazetecilerin gözlerinden izliyorsunuz,elde edilen kanıtlarla puzzle tamamlanırken inceden inceye gerilebilirsiniz.Bir de,washington post'un yalan haber engelleme adına gazetecilik ilkelerine bağlılığı belki batağa sürüklenmemek adına belki de etik davranmak adına yapsalarda,Türkiye'yle karşılaştırdığınızda gerçekten imrendirici duruyor.
Watergate olayını merak edenler için ve hayatın kendisinin kurguladığı olaylara ilgi duyanlar için izlenilesi bir film.